ÜMMETÇİLİK Mİ MİLLİYETÇİLİK Mİ?
Mehmet Demir ATMALI

Mehmet Demir ATMALI

Mehmet Demir ATMALI / Gaziantep Bölge Temsilcisi / MHP Milletvekili Adayı

ÜMMETÇİLİK Mİ MİLLİYETÇİLİK Mİ?

29 Nisan 2021 - 00:00

600 yıldır Pers ve Arapsevici bir güruh, ülkemizde Ümmetçiliği pompalıyor. Halifeliğin ve Arap Alfabesinin, Osmanlıcanın ağıtını yakıyorlar. Dindar geçinerek, ayet ve hadislerin arkasına saklanarak, cahil insanlara yutturuyorlar. Neymiş efendim halifelik geri gelsin, “İkinci Çakma Osmanlı” geri gelsin, Arap alfabesi ile eğitim görelim derdindeler. Cumhuriyetin İlkelerinden Milliyetçilik, Devletçilik kalksın, yerine Ümmetçilik gelsin. Osmanlı’yı 620 yıl Ümmetçilik ayakta tuttu diyenler yanılıyorlar. İşin aslı; Osmanlı güçlü idi, bu güç sayesinde Müslüman ülkeler seviyor göründüler. Osmanlının gücü azalınca, hepsi birden başkaldırdılar… Kendimizi kandırmayalım. Her zaman “Zor oyunu bozmuştur”.
Yahu Arap ülkelerinin dini bir, ırkı bir, dili bir olduğu halde bir birlik kuramıyorlar, sen nasıl Ümmetçilik yapacaksın. Arap Krallarının hepsi İngiliz ajanı… Kimi gizli Yahudi, kimi gizli Hristiyan’dır. Manevi olarak Peygamber Efendimizin Ümmetiyiz, baş tacı… Ona bir itirazımız yoktur. Ancak Siyasi Ümmetçilik mümkün değildir. Kimse kimseye güvenip, sınırlarını kaldıramaz. Suudi, Mısır İslam devletleri Türkiye’nin inadına İsrail ve Yunanistan ile antlaşmalar imzaladılar, duymadınız mı Sağır Sultanlar?
Osmanlıcaya gelelim; Türkçenin ırzına geçilmiş şekline Osmanlıca denir. Sizin yüzünüzden Horasan, İran, Irak ve Anadolu’da toplam 1300 yıl Türkçenin yasaklanmasından bu yana, Türkçenin ağıtını yapamadık ki, sıra Osmanlıcanın ağıtına gelsin…  Sizlerle Önce Türkçenin yasak edilişinin hesabını görmeliyiz, ondan sonra Osmanlıcanın hesabını görelim…
Halifelik konusuna gelelim; Aynı zamanda Halife olan son Padişah Cihat ilan edince, İslam Arap dünyası İngilizlerin tahriki ile cihada asker ve para desteği vermedikleri andan itibaren, Halifeliğin ve Ümmetçiliğin miadı dolmuştu… Halifelik ve Ümmetçilik sadece sembolik olarak kâğıt üzerinde kalmıştı. Miadını dolduran Halifeliği kaldırsan ne olurdu, kaldırmasan ne olurdu? İslam Arap dünyası kendi elleri ile halifeliği hükümsüz hale getirdiler. Siz Mustafa Kemal Atatürk’e kızıyorsunuz. Beyler, ya tarih bilmiyorsunuz, ya da kurnazlık yaparak, bilinçli olarak Atatürk’ü yıpratmak için yanlış adama çatıyorsunuz. Kızacaksanız eğer, bizi Arabistan çöllerinde arkadan vuran, Türk Askerinin karnını yararak, altın arayan Arap dünyasına kızacaksınız. Bakın Milliyetçilik konusunda Kitap ve Sünnet ne diyor:
 
-Kimlik, Kazanılmış Bir Haktır.
 
                Hz. Âdem’den sonra İnsan nüfusu çoğaldıkça, benzerliklerden dolayı tanışmak ve bilişmek zorlaşıyordu. Bu çoğalmadan sonra, insanların birbirlerini tanımaları gerekiyordu. Peki, nasıl tanıyacaklardı? İşte cevabı Hucurat Süresi, ayet 13 dedir:  
                “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır”.
                Bu ayeti kerimeden şunu anlıyoruz; Cenab-ı Allah, bizleri kavim ve kabilelere ayırmış, her kavme ve kabileye birer isim koymuş ki, birbirimizi tanıyalım. Aslında bu, ayeti kerime ile bizlere birer kimlik verildiğini anlıyoruz. Bu kimlik, biz kavimlerin müktesep(kazanılmış) hakkı haline gelmiştir.  Bu kimliği kullanmak ve bu kimliğe sahip çıkmak Irkçılık olmamalıdır. Asıl sahip çıkmamak soysuzluk olurdu. Bu ayeti kerimeyi tefsir eden Türk düşmanları, bu kimlik konusunu atlayıp ayetin sonuna takılıyorlar. Eee, Irklarda üstünlük yoktur, “en üstün olan takva bakımından üstün olanınızdır” derler ve hemen size ırkçı damgası vurular. Dur hele bakalım, ırkım üstündür diyen oldu mu? Hayır… Eeee sen Türk dedin ya… Sen de Arap dedin… “Kavmi Necip” dedirttin kendine… Sen niye ırkçı olmuyorsun da ben oluyorum? Eğer ırk üstünlüğünde bulunursam, o zaman bana ırkçı diyebilirsin. Aslında senin karın ağrını biliyorum. Sen 600 yıllık intikamın peşindesin. “Osmanlı Türkü geldi ülkemi 600 yıl işgal etti diyorsun ve rövanşını almak istedin 15 Temmuzda… Ancak kursağında kaldı. Sen Maide süresi 54. Ayetin hükmünü unutmuştun, Allah 15 Temmuzda onu yüzüne çarptı…
 
                -Din Seçimdir, Irk Kaderdir:
 
                Biz İmam Hatip Lisesinde okurken, bazı cemaatlerin kafaladığı gençler, kasıtlı olarak; “Önce Türk müsün, yoksa Müslüman mısın, yoksa önce Müslüman mısın, sonra Türk müsün” sorusunu sorarlardı. Bazıları önce Türküm diye cevap verince; “Hah işte sen ırkçısın” derlerdi. Halen bu “Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar” gibi kafa karıştırıcı hilekâr sorular, toy gençlere sorulur. Bu soruya Hoca Ahmet Yesevi’nin ağzı ile cevap verelim:
                Hoca Ahmet Yesevi’ye dinini sormuşlar. O da şöyle cevap vermiş: “Elhamdulilleh, Türküm ve Müslümanım” demiş. “Hocam biz dininizi sorduk, siz milliyetinizi de beraberinde söylediniz” diye tekrar sormuşlar. O, şu cevabı vermiş: “Ne yapayım, biri kaderim, biri seçimim”  demiş.
                Hiç kimse “Din-Milliyet” veya “Din-Fıtrat” ilişkisini bu kadar güzel ve yerinde bir anlatımla izah edemezdi. Din ile Irk veya milliyet veya Fıtrat o kadar birbirine ilintilidir ki, birinin inkârı diğerinin de inkârı anlamına gelir. Soy, yani ırk(kavim) insanın kaderidir. İnsan, dinini değiştirme hürriyetine sahiptir, ancak ırkını, kanını değiştirme yetkisine sahip değildir. Çünkü soy veya ırk sahibi olmak, Allah’ın “Külli İrade”sinin yetkisindedir. Allah indinde her insan doğduğunda İslam fıtratı üzerine doğar, ancak din değiştirme yetkisi ise “Cuz’i İrade”nin içerisindedir. Bu Cuz’i İrade, insanın hizmetine verilmiştir. Seçip seçmeme yetkisi insana aittir. Allah insanı bir kavim üzere yaratırken, onlara sormadığı için, soyunu veya ırkını veya kavmini inkâr eden kaderini de inkâr etmiş olur ki; “Kader İmanın Esaslarındandır”. İmanın esaslarından bir tanesini dahi inkâr eden bir Müslüman dinden çıkmış olur. Bu durumda Hoca Ahmet Yesevi’nin haklılığı ortaya çıkmaktadır. Din ile milliyet at başı gitmelidir. Biri diğerinin önüne geçemez. Madde ile mana gibi, bir kuşun iki kanadı gibi. Dünya ile Ahiret gibi ayrılmaz ikilidirler.
                Peygamber Efendimizin bu konuda “Veda Hutbesinde” irat ettiği; “…Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allahın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı hakk, bu gibi insanların ne tevbelerini ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.” [ Saim kılavuz, Ana hatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelâm’a Giriş, s. 44-45. ]
                Veda Hutbesinde Peygamber efendimiz, ilk defa soyunu inkâr edene beddua ediyor; “Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetine uğrasın” buyurmakla yetmiyor ve soyunu inkâr edenlere cezai müeyyideleri sıralıyor: “Allah bu gibi(soyunu inkâr edenlerin) insanların tevbelerini, adaletle hükmetmelerini ve şahitliklerini kabul etmeyeceğini” haber veriyor. Peki, bir insanın soyunu inkâr ettiği için, tevbesi kabul edilmezse, Hâkimlik, Hakemlik, Savcılık yapma yetkisi elinden alınmışsa, adam sayılmadığı için bir cemiyette, bir mahkemede şahitlik yaptırılmaz ise, o kişi adam sınıfına konmamış demektir. Bu kişi dinden çıkmış olup, İslam davasından döndüğü için “mürted” hükmündedir. Mürtedin cezalandırılması bunlarla bitmemektedir. Başka müeyyideler uygulanmaktadır.
                Allah, soyunu inkâr edene bu kadar ağır cezalar uygulamasına rağmen, bazı Türk düşmanları, dindarlığın, ayet ve hadislerin arkasına saklanarak, kendi zihniyetlerine göre tefsir ederek, Türk gençlerinin beyinlerini bulandırarak, soyunu inkâr eder hale getirmektedirler. Gençleri böyle Türk düşmanı yapanlar da “mürted hükmünde” dirler.
Bu gibi Ümmetçilik sevdasında olanlara milliyetini sorarsanız, Türküm dememek için, kaçamak cevap vererek; “İbrahim Milletindenim” derler. Hâlbuki Kuran’daki “İbrahim Milleti” tabiri, “İbrahim’in Ümmeti, dindaşları, ona inananlar” anlamındadır. Ancak ben “dininizi sormadım, milliyetinizi sordum” derseniz, takva geçinir size yutturmaya kalkar, bir türlü milliyetini söylemez. Ben de ona diyorum ki; “dur bakalım, Hz. İbrahim’in Türk olduğunu ispatlarsam, eminim ki, bir daha “İbrahim Milletindenim” de demezsin. Öylece soysuz bir şekilde yaşar gidersin diyorum…  Türkiye’deki bu parazitler, din adına ortaya çıktılar, dinin içini boşalttılar. İndirilen dine itibar etmeyip, uydurdukları dine itibar ediyorlar. Yok, efendim tuvalette taharet olurken dikkatli olunmalı imiş, bir yerlerine su kaçarsa oruç bozulurmuş, bir de tapa yaptılar. Bir de yanmaz kefen icat edip satmaya başladılar.
                Osmanlı’nın kuruluşundan başlayarak, günümüze kadar, saf gençleri kafesleyen bazı cemaat ve tarikatlar, güya siyaset yapmıyoruz dedikleri halde, bazı ayet ve hadisleri kendilerine göre yorumlayarak, gençlere; “sakın Türküm demeyin, sakın Tanrı demeyin günahtır. Cengiz adını almayın, o kâfirdir” demekten usanmadıkları gibi, biz de cevaplamaktan usanmadık. Türk Soykırımı yapan Arap komutan Kuteybe’nin adını yasaklamıyorlar. Asıl Müslümanlığı tartışılacak olan Kuteybe ve ordusudur. Cengiz Han, Kuteybe’nin yaptıklarından dolayı Araplardan intikam almaya kalkınca kâfir oluyor. Bu gizli Türk düşmanı, Arap ve Pers hayranı tarikat ve cemaatlere cevap vermek için, “TANRI DEMEK GÜNAH DEĞİLDİR” adında bir kitapçık yazmak zorunda kaldım. Hatta kendilerinin çok sevdikleri Said’i Nursi’nin “Hüve Nüktesi” ile de cevap verdim ki, itiraz edemesinler. Said-i Nursi, kitap ve sünnet ışığında Milliyetçiliği iki guruba ayırır:
 

  1. Müsbet(olumlu) Milliyetçilik,
 
  1. Menfi(olumsuz) Milliyetçilik.
 
Müsbet Milliyetçilik; Kitap ve Sünnetin izin verdiği ölçüde bir Milliyetçiliktir. Tamamen kavmini sevmeye dayanan bir milliyetçilik anlayışıdır. Hani Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de tam(manada) iman etmiş olamazsınız” (Müslim-Tirmizi) buyuruyor ya, cennetin anahtarı iman etmeye bağlanmış, iman etmenin anahtarı sevgi şartına bağlanmıştır ki; herkes birbirini sevsin ve sevmek zorunda kalsın. Bu durumda İslam Dininin temeli sevgi şartı üzerine bina edilmiştir diyebiliriz.  Menfi Milliyetçilik ise tamamen kafatasçılığa dayanan bir milliyetçilik türüdür. Kitap ve sünnete aykırıdır… Türk-İslam Ülküsüne inanan Türk Milliyetçilerinin “Menfi Milliyetçiliği” savunmaları asla olmamıştır. Kim olmuştur diyorsa, iftira atmış olur…  Gayeleri “İ’layı Kelimatulllahı yeryüzüne hâkim kılmak” olan ve “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyen bir fikir hareketinin ırkçılık sınırına yaklaşması bir çelişkiye neden olurdu.
 
-Sevginin İbadete Dönüşmesi
 
                Hucurat Süresi 13. Ayet-i Kerimenin sonunda, üstünlük taslamaya izin verilmemektedir. Üstünlüğün, Allah’a en çok kuvvet(kuvva-takva) ile bağlı olanların hakkı olduğunu anlıyoruz. Milliyetçiliği tamamen ret etmek doğru değildir. Bu kimliği kitap ve sünnete aykırı olmamak, ırkçılık derecesine kaçmamak kaydı ile kullanmamızda, üzerimizde taşımamızda dinen bir mahzur olmadığını anlıyoruz. “Müspet Milliyetçilik”, yani olumlu milliyetçilik, kavmini sevmek demektir. Kavmini sevmede öncelik aile, sonra akrabalar, sonra komşular, sonra belde, köy, sonra şehir, sonra memleket (vatan) sevgisi devreye giriyor. “Hubbul vatan, minel iman”, “vatan sevgisi imandandır” hadis-i şerifi de bu sevgiyi zorunlu kılıyor. Kitap ve Sünnette, topluma hitap eden ayet ve hadislerde milli birlik ve bütünlüğü teşvik edici, yapıcı ve bütünleştirici amaçları hedef almış durumdalar.  İslam Dini sevgiyi ibadet haline getirmiştir ki, dünya huzur bulmuş olsun…
 
                -Sevgiden, Müsbet Milliyetçiliğe Geçiş:
 
                Dünya nüfusunun artması üzerine birbirini sevmeyi teşvik için ibadet haline getiren Allah, bu ibadeti önce “Ailesini, sonra Kavmini, sonra din kardeşlerini, sonra yaratılanı Sevmeyi “Müsbet Milliyetçilik” adı altında sistemleştirmiştir.
                İkinci bir Hadis-i Şerifte “Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini (istediğini) Müslüman kardeşi için de sevmedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz." (Buhari-Müslim)
                “Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz” hadisine göre de, kişi öncelikle kavmini sevecek, sonra bu sevgi çemberini genişletecektir. Sonra bu “milletin efendisi ona hizmet edendir” hadisine mazhar olmak için çabalayacaktır. İşte bu her şeye “yakınından yardıma başlamak emri ilahi” gereği, hizmet aşkı ile “Müsbet Milliyetçilik” doğmaktadır. Türklerin ırkçılığa kaçan “Menfi Milliyetçilik” ile işleri hiç olmamıştır. Türkler, tarih boyunca ırkçılık yapmamışlardır. Hep mazlum milletlere kanat germişlerdir. Eğer ırkçılık yapmış olsalardı, bugün üç kıta da Türkçe konuşuluyor olmalıydı. Osmanlıya bağlı 36 ulustan bir tanesi dahi asimle olmamış, tam tersine Türkler asimle olmuşlardır. 
                Her hutbenin sonunda okunan Nahl Süresinin 90. Ayeti kerimesine göre; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara(akrabaya) yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” ken, adeta ilk önce “akrabaya yardımı emretmektedir”. Tüm İslami yardım siteminde; sadaka, zekât, kurban, adak ve fitre ödemelerinde öncelik yakın akrabadan başlamayı emrediyor. Yani önce can, sonra canan geliyor. İşte bu sistemde kavmini sevmeye dayanan bir “milliyetçiliğin” gizlendiğini görmekteyiz.   
                 Ayrıca daha Türk demeden, TÜ hecesi ağzımızdan çıktığı an bizleri hemen ırkçılıkla ve kafatasçılıkla suçlarlar. Ancak kendileri ayet ve hadislerin, dindarlığın arkasına saklanarak gizli ırkçılığın alasını yaparlar da kimseye çaktırmazlar. Ancak biz bu gizli Arap ve Pers milliyetçilerini hemen tanırız. Tekke ve Cemaat yurtlarında kafesledikleri saf Türk çocuklarını; “sakın Tanrı demeyin, sakın Türküm demeyin, günah olur.” Derler. İşte biz bunların karnında kaç bağırsak olduğunu biliriz. Herkese bunu yuttururlar, bir tek Ülkücülere yutturamazlar, bir tek Ülkücüleri sevmezler. Çünkü onlar “Türk” diyor, “Turan” diyor, “Kızıl Elma” diyorlar, “Tanrı” diyorlar. “Kızıl Elma” gerçekleşirse bunlara yutturma alanı kalmayacağını biliyorlar. Bu nedenle “it korktuğu yere havlarmış”. Bunlar da o görevi yerine getiriyorlar. Bunlar altı yüz yıllık intikamın peşindeler. Bunlar, Yavuz Sultan Selim’in İran’dan Anadolu’ya getirdiği bin Şia, Mısır’dan getirdiği bin Eş’ari(sonrası vehhabi) âlimin torunlarıdırlar. Ülkeleri işgal edildi diye ve “ İslam’ın bayraktarlığı Ehli Beyt” Türklerinin eline geçti diye, kuduran sapık âlimlerin torunlarıdır bunlar. Bunlar “İngiliz Muhipler Derneğini” kuranların torunlarıdırlar… 
                15 Temmuz kalkışması, İngiliz desteği alan sözde dindar geçinen hainlerin 600 yıllık intikamın Provası idi. Ancak geri tepti ve bir 600 yıl sonraya kaldı bu hesaplaşma. Çünkü onlar, Resulullah’ın “Kubbetut Turkiyya” adını verdiği Türk Devleti’nin, Maide Süresi 54. Ayeti kerime ile koruma altına alındığını hesaplamamışlardı ve silahları geri tepmişti;
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.”  (Kaynak: Diyanet İşleri Baskısı Kuran-ı Kerim). Bu ayeti nazil olmasından 1400 sene sonra gelişen olaylar, savaşlar neticesine İslam’ın Bayraktarlığının Türkler geçmesi, bu beklenen kavmin Türkler olduğunu ispatlamıştır. Saygılarımla. -
 

Bu yazı 1306 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum