Milli Güvenlik Açısından İçme Suyu ve Su Kaynaklarının Önemi...
Ömer KALAYCI

Ömer KALAYCI

Ömer KALAYCI / Güvenlik ve Terörizm Çalışanı-Araştırmacı Yazar

Milli Güvenlik Açısından İçme Suyu ve Su Kaynaklarının Önemi III

11 Eylül 2023 - 22:07

Tarih, doğal kaynaklar ve bu kaynaklara ulaşma yollarıyla askeri stratejiler arasındaki sıkı ilişkilerin örnekleriyle doludur. Tarih boyunca su, askeri ve politik amaçlarla savaş sebebi, savaş silahı veya savaşın en stratejik hedeflerinden biri olarak kullanılmıştır. Lagaş ve Umma şehir devletleri arasında yaşanan ilk su savaşı M.Ö. 2500’den 1990’ların sonlarına kadar su kaynakları savaş sebebi, stratejik amaç ve stratejik hedef hatta yürütülen diplomasinin ana eksenini oluşturduğu dönemlere etki etmiştir. Bölgemizde cereyan eden su kaynakları temelli 37 çatışmanın 27’sinin İsrail ile Suriye arasında, Ürdün ve Yermük nehirleri yüzünden meydana gelmiştir. Ağırlıkta Suriye ve Irak’ın, su kaynaklarından haksız daha fazla yararlanmak maksadıyla değişik dönemlerde Türkiye ile krizler yarattıkları, belirli bir tarihi dönemi içine alacak şekilde bölücü terör örgütü PKK’yı bu yüzden destekledikleri bilinmektedir.

Joyce Starr, “Su Savaşları” isimli makalesinde: “Ortadoğu su krizi, hiçbir ülke ya da uluslararası kuruluşun kabul etmeye hazır olmadığı stratejik bir yetimdir”  ifadesini kullanmıştır. İngilizlerin adını verdiği Ortadoğu (Ben, Yakındoğu tanımını daha Ankara merkezli olarak uygun görmekteyim), petrol açısından zengin kaynaklara ancak su kaynakları açısından oldukça fakirdir bir coğrafyadır. Yakındoğu, dünyada en az yağış alan ve en fazla buharlaşmanın yaşandığı iklime sahiptir. Dünyadaki kurak topraklar karaların üçte birini oluştururken, Yakındoğu’daki kıraç topraklar %80 gibi devasa bir orana ulaşmış durumdadır. Bu durum her geçen gün daha da kötüleşerek günlük temiz su kullanımı, sulama ve enerji üretimi açısından gereken kaynakların garantiye alınmasını, bölge üzerindeki baskıyı her geçen gün yükseltmektedir . 
Mevcut su kaynakları sebebiyle Yakındoğu ülkelerinin özel ilgisinde olan Türkiye, güney komşuları Suriye ve Irak’ın haksız talepleri karşısında sorunlar yaşamıştır. Üstüne ilaveten Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Şam ve Bağdat yönetimleri açısından kâbus olarak nitelendirilmiştir. Özellikle güney komşumuz Suriye, bu projeyi engellemek için bölücü terör örgütü PKK’yı 1998 yılına kadar Türkiye’ye karşı stratejik bir silah olarak kullanmıştır. Türkiye Suriye arasındaki su sorunu incelendiğinde Ankara’nın, adil ve hakkaniyetli yaklaşımı ve su sorunu ile ilgili müzakerelere daha açık ancak Şam yönetiminin daha kapalı olduğu görülür. Genel olarak Şam ve Bağdat yönetimlerinin, uluslararası gücü de arkalarına alarak Ankara’ya baskı kurdukları ve Türkiye’den haksız daha fazla su almak hem de uluslararası garanti sonucunda bir memba ülkesi olan Türkiye üzerinde baskı kurarak, Türkiye’yi aciz bırakarak su ve diğer konularda tavizlere zorlamak yatmaktadır. Ancak, Soğuk Savaş’ın etkilerinin azalması sonucu Suriye’nin haksız su taleplerine karşı araç olarak kullandığı PKK kartını kullanma şansı ortadan kalkmıştır. 
Libya’da petrol bulunduğunda ülkeyi yöneten Kral İdris’in: “Keşke petrol yerine suyumuz olsaydı. Petrol insanı tembelleştirir; su ise çalıştırır”  dediği ifade edilmektedir. 

GAP projesiyle beraber Türkiye-Suriye ilişkileri, su sorunu ve Şam yönetiminin ülkemize karşı bölücü terör örgütlerine sağladığı açık destek ki bu desteği su sorunun haricinde Hatay-Sancak içinde kullandıkları bilinmektedir. Uluslararası politikada, x bir ülkenin içinde bir seferliğine de olsa meydana gelen ufak çaplı bir hareket, o ülkenin sınır komşusu tarafından (belirli stratejik amaçlar doğrultusunda) sahiplenilmekte; doğrudan olmasa da dolaylı olarak değişen dönem ve durumlarda koz olarak kullanılmakta ve oluşan hareket kısa süre içinde tüm bölge ve uluslararası etkinlik kazanabilmektedir. Devletler, bu yöntemi, konvansiyonel savaşın maliyetlerinden ve eylemin sorumluluğundan kaçma olanağı yarattığından dolayı kullanmaktadırlar.

Bir terör örgütünü başarılı kılan, dış destek ve alan hâkimiyeti kurduğu ülke ya da bölge dışı ülkelerde yapılanmaları yani üsleridir. Terör örgütlerine sağlanan finans yardımı büyük önem taşır. Yanı sıra uluslararası düzeyde siyasi ve moral desteği; kamuoyu, özellikle de düşman ülke kamuoyunu etkileme ve uluslararası konferans/forumlarda dolaylı yardım sağlama da örgütlere sağlanan en önemli destek, üs ve sığınaktır. Üs ve sığınak, terör örgütlerinin ve teröristlerin kalbidir. Lojistik hatları kesilmiş bir terör örgütünün pek fazla varlığını sürdürme şansı kalmamıştır. Özellikle Soğuk Savaş dönemi, terör ve terörizmin rakip, hasım, düşman ülkeler arasında koz olarak kullanıldığı, dış politikalarının stratejik ve taktik açısından en yüksek seviyede yaşandığı dönemdir. Bu durumu günümüzde vekâlet savaşları ve hybrit-melez savaşlar olarak da yaşanmaktadır. İçinde bulunduğumuz yüzyılda terör örgütlerinin ve bunlara doğrudan ya da dolaylı destek sağlayan ülkelerin pek çok ortak amaçlar doğrultusunda kolektif terör-terörizmin içinde oldukları da sabittir. Devletlerarasındaki coğrafi yakınlıklarla ilgili çıkan ya da var olan sorunlar, bu ülkeler arasındaki yakınlıktan dolayı, bölgedeki diğer sorunlarla kolayca ilişkilendirilir. Ne var ki, sınır aşan sular konusunda yaşanan uyuşmazlığın terörle ilişkili olduğu durumlar çok azdır.

Türkiye’ye karşı su kaynakları sorununu yaratan Suriye, Karakaya Barajı’nın dolumu sürecinde, Ermeni terör örgütü ASALA’nın silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yanında; Türkiye’de faaliyet gösteren ve Türkiye’ye karşı kolektif terör içinde bulunan Kürt-Ermeni militan ve teröristlere kucak açarak destek vermiştir. Ülkemizde ve komşu ülkelerde yaşamakta olan Kürtler üzerinden Kürt kartı, Türkiye başta olmak üzere Irak, İran ve Suriye üzerinde de oynanmıştır. Örneğin, Şattül Arap nehrinin sınır çizgisi olmasına ilişkin çözüm bulma önerilerini Irak’ın reddetmesine karşılık İran yönetimi, 1975 yılında imzalanan Cezayir Antlaşması’na kadar Irak’ın kuzeyindeki Kürt ayaklanmasında KDP’ye askeri malzeme ve silah desteği vermiştir. Şam yönetiminin, özellikle 1970’li yıllar boyunca desteklediği ve kullandığı Ermeni terör örgütü ASALA, 1980’lerde yerini PKK’ya devretmiştir. Zira aşırı sol grupların yasaklanması sonucu 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, bölücü terör örgütü PKK ile Suriye’yi birbirlerine daha da yakınlaştırmıştır. 

Temmuz 1987’de Türkiye-Suriye arasında ikili ekonomik işbirliği anlaşmasında, içinde Fırat nehri ile ilgili maddelerin de bulunduğu bir su protokolü  imzalanmıştır. İmzalanan su protokolünde Ankara, Suriye’nin bölücü terör örgütü PKK’ya sağladığı ger türlü desteği sonlandırmasıyla sözü ile Şam yönetimine yıllık ortalama 500 metreküp/sn altına düşmemek kaydıyla su bırakmayı taahhüt etmiş; ancak Şam yönetimi verdiği sözü tutmamıştır. 1987 protokolünün ardından PKK’nın eğitim merkezi yine Şam yönetiminin denetimindeki Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ne kaydırılmış; Suriye’nin PKK’ya olan desteği devam etmiştir. Suriye’nin söz verdiği halde sözünü tutmaması, bölücü örgütlere sağladığı desteği kesmemesi sonucu Ankara da suyu bu ülkeye yönelik stratejik silah olarak kullanmıştır. Ekim 1989’da, Suriye’nin güvenlik protokolüne (Türkiye’ye sızan PKK’lıların artması üzerine) uymadığını belirten Ankara, anlaşmadan desteğini çekmiştir. Aynı yıl, PKK’ya desteğini devam ettiren Şam yönetimi tavrından vazgeçtiği takdirde daha çok suyun verilebileceğini, tutumuna devam ettiği takdirde de Fırat suyunun da kesileceğini belirtmiştir. Bunun üzerine Suriye ordusu, Hatay’da Türk Hava Sahası içinde Türk araştırma/eğitim uçağını düşürmüştür . Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ın kuzeyinde uçuşa yasak bölge oluşturulması, bu bölgede ‘de facto’ bir Kürt etnitesini oluşturmuştur. Bu durumdan faydalanan Kürt oluşumlar arasında bölücü terör örgütü PKK da yerini almıştır. Bu durum karşısında Türkiye, sınırlarını korumak ve buralardan ülkeye yönelik terör eylemlerini sonlandırabilmek için sık sık hava ve kara operasyonları düzenlemiş; bunun sonucunda başta Avrupa Birliği ve Batı ülkeleri olmak üzere Arap ülkeleri Türkiye’ye karşı sert tepki ve baskılar göstermiştir.
Suriye istihbaratı tarafından her türlü hareketleri kontrol edilen PKK, Şam yönetimi tarafından her türlü desteği görmüş ve Suriye istihbaratı buradaki Kürt nüfus üzerinde etkili olmuştur. Esasen su kaynakları ve terörizm bağlantısı, sadece Şam yönetiminin su sorunundan dolayı PKK’yı desteklediği yanlış fikrini ortaya çıkarmıştır. Oysa haksız talep edilen ve uluslararası güç merkezlerini arkasına alan Suriye ve Irak yönetimleri, temelinde su sorunu yaratmayan Türkiye’ye karşı yıllarca bölücü örgüt PKK’yı desteklemişlerdir. Bu desteklerde esas konu sadece ileri sürüldüğü gibi sadece daha fazla su ihtiyacı değildir. Zira Suriye yönetimi PKK’yı sadece Türkiye’ye karşı kullanmakla kalmamış; Suriye’de yaşayan Kürtlerin arasında nifak yaratmak için Öcal ve PKK’dan oldukça yararlanmıştır. İleri sürüldüğü şekliyle su sorunu Türkiye ile Suriye arasında bir güvenlik sorunundan öte Şam’ın Hatay üzerinde hak iddia etmesi, sorunun bu özelliğini daha da pekiştirmiştir.

Başta Şam yönetimi olmak üzere Bağdat yönetimleri de, GAP’ı engellemek ve yavaşlatmak amacıyla bölücü örgüt PKK’ya verdikleri destek dışında, uluslararası rüşvet ve sabotaj girişimleri türünden yasadışı ve yüz kızartıcı girişimlerde bulunmuşlardır. Somut örnek olarak, 1976’da Karakaya Barajı yapım inşaatını üstlenen İtalyan Italsate-Torno konsorsiyumunun ortağı Torno şirketine, “barajın yapımının 5 yıl süre geciktirilmesi” karşılığında yüklü miktarda rüşvet verilmiştir. Bu durum Ankara tarafından bir rastlancı sonucu öğrenilmiş ve Torno şirketi konsorsiyumdan çıkartılmış; baraj inşaatı hızla devam ettirilmiştir . İkinci somut örnek, 1986 yılında yaşanmıştır. Kırıkkale’deki bir cephane fabrikasında 7 kişinin ölümüne, milyonlarca dolarlık zarara yol açan saldırıyı düzenledikten sonra yakalanan ikisi Suriyeli, ikisi Ürdünlü dördü de Arap, asıl hedeflerinin Atatürk Barajı olduğunu itiraf etmişlerdir. Olay yerinde yapılan inceleme ve araştırmalarda çok sayıda yüklü patlayıcı ele geçirilmiştir. Bütün bu olayların planlama aşamasında ise Suriye’nin Ankara Büyükelçiliği 2. Kâtibi Darwish Baladi ve Suriye Ateşesi Muhammed Khayr Azkur rol almışlardır . Bir diğer olay ise 1998 yılında Suriye istihbaratının, Birecik Barajı’na yönelik bir sabotaj için PKK’ya özel eğitim verdiği iddiasıdır. İstihbarat kaynaklarına yakınlığıyla bilinen US News and World Report dergisinin ortaya attığı iddia, şubat ayı içinde PKK’lıların Suriye’deki Hatina Gölü’nde “Birecik Barajı’na Saldırı Tatbikatı” yaptığı belirtilmiştir . Verilen bu üç örnek ve diğerlerinde gerçekleştirilmek istenen sabotaj ve terör eylemlerinin, Türkiye’deki hedef barajların inşaat halindeyken ya da dolum işlemi başlamadan önce tertiplendiğini belirtmek gerekir. 

Baba Esad döneminde gerçekleşen sözde su sorunu özelinde Hatay toprak sorunu yatan terör eylemleri, Baba Esad’ın ölümünden sonra oğul Esad döneminde gerçekleştirilen ikili ilişkiler ve imzalanan Adana Mutabakatı ve Güvenlik Protokolünce kısmen de olsa minimize edilmiştir. Ancak 2011’de Suriye’de başlayan İç Savaş ve ardından çıkarları olan bölgesel ve küresel güçlü aktörlerin Suriye’ye girmesinin ardından ülkemiz açısından tehlike ve tehditler çok daha fazlalaşmıştır. Zira güney komşumuz Suriye’den ülkemize yönelik henüz daha net sayısını bilmediğimiz bir sığınmacı kitlesiyle karşılaştık. Bunu ilerleyen süreçlerde İran üzerinden Afgan ve Pakistanlı sığınmacılar izledi. Özellikle Afganistanlı sığınmacıların, İran üzerinden ellerini kollarını sallayarak ülkemize geçişleri, bu gelenlerin pek çok açık kaynak istihbaratında belirtildiği üzere ABD’nin Afganistan’daki Taliban’a karşı ABD saflarında askeri eğitilmiş, silah kullanmış ve genç kitleden oluştukları hesaba katıldığında insanımız açısından durum oldukça daha bir hassasiyet taşımaktadır.

Milli Güvenlik Açısından İçme Suyu ve Su Kaynaklarının Önemi isimli 3 parçada ele aldığım yazı; esasen yaklaşmakta olan devasa bir sorunu gözler önüne sermektedir. Ülke güvenliğinin bu denli bir kaotik ortamında, iklim şartlarının ortaya çıkardığı zorluklar ve buna bağlı kuraklık, sıcaklık, gıda ve suyun önemini öne çıkarmakla birlikte; özellikle güney sınırımızda yaşanacak su veya gıda üzerinden çıkacak bir iç karışıklığın nereye dönüşeceğini net olarak kestiremeyiz. Elbette ne Suriye ne Irak’ın ileri sürdükleri su sorunundan dolayı iki ülkenin de askeri güç anlamında ülkemize yönelik bir zarar verebilecekleri mümkün değildir. Ayrıca Barajlarımıza yönelik gerçekleştirmeye çalışacakları terör eylemlerinde kullanacakları patlayıcılar da hesaba katıldığında bunun pek de mümkün olmayacağı bilinir. Ancak geçmişte ya da günümüzde destekledikleri bölücü terör örgütlerinin kolektif terör-terörizm kapsamında pek çok alanda melez-vekâlet savaş adı altında eylemler gerçekleştirme olasılıklarını da es geçmemeliyiz. Günümüzde ülkemize yönelik pek çok ortak noktada terör eylemlerinde işbirliği içinde olabilecek ve içlerinde ne kadar silahlı eğitim almış, çatışmalara girmiş terörist, istihbarat ajanı var bilemiyoruz. Bunların başıboş şekilde sanki ülkede her şey kontrol altındaymış gibi tüm süreçleri ve olasılıkları geçiştirecek de değiliz. 



 

Bu yazı 3028 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum